28 Ağustos 2007 Salı

Kullanmadan önce prospektüsü okuyunuz

Tavlanmayacak kadın yoktur yöntem bilmeyen adam vardır.
Her kadın aşkım, bebeğim laflarına ya da pırlantalara yüz vermez. Elinizde bir çiçek en şık takım elbisenizle onu almaya gitmek yetmez.. yağmur altında beklemek, restoranda şampanya patlatmak, onu ilk gördüğünüzde üzerinde olanı yıllar sonra hatırlamak, kapıları açmak, burç uyumunuzu bilmek, her an ağlama olasılığına karşı yanınızda bir paket mendil bulundurmak, hafta sonu maça biletiniz olduğu halde annesini ziyarete gitmek,kebabın yanında diyet kola içmesi hakkında hiçbir yorumda bulunmamak, günde en az 5 en fazla 10 mesaj atmak da işe yaramıyorsa bu kadını mutlu etmek için ne yapmalı?
Doktor tavsiyesi: o kadını derhal bırakın.Fazla vodka cildi bozar.

Kendimden çok sıkıldım, sana taşınabilir miyim?

Yüzyıllardır söylenen, yalan söyleyenlerin dokuz köyden kovulduğu, mumlarının yatsıya kadar yandığı söylentilerine aldanmayın. Bir kadının aldatıldığını anlaması için çok fazla yol yoktur. Öncelikle erkeğin ceplerini karıştırma, yakasını koklama, cep telefonundaki bilmediğiniz kadın isimlerini inceleme, iş yerinden eve kadar geçen yarım saatlik zamanda bir artış olup olmadığını kontrol etme gibi klasik hilelere başvurabilirsiniz.Oysa yapılması gereken çok daha basit.
Haftada bir akşam yemeğinden sonra aşağıdaki reçeteyi uygulamanız yeterli.
Soru: “hayatım beni aldatıyor musun?”
Cevap:
a. “bebeğim bunu düşünmen bile saçma” (umalım ki aldatmıyor)
b. “hafta sonu tatile gidelim mi?” (büyük ihtimalle aldatmıyor)
c. kahkaha tufanı (bir an önce bu paranoyadan vazgeçin)
d. “evet. her gece periler prensesiyle!” (ne komik!!)
e. “senin gibi bir fıstığı kim aldatır?” (aldatıyor mu acaba?)
f. “kim? Ben mi?” (bir dedektif ya da iyi bir avukat bulun)

Balonun patlama sesi, hayat başladı!

Şimdi ben de büyüdüm. Hiçbir şey aynı değil. Sıradan bir hayatın içinde aynı soruları tekrarlayarak geçiyor günler. Günlük rutinim yemek, konuşmak, yürümek, düşünmekten ibaret. Sabahları yattığım gibi kalkıyorum yataktan, dolabı tırtıklıyorum, kapıyı kitliyorum. Öğlen yemeğe uzanan sokaklar çıkıyor önüme. Akşamları müzik eşliğinde bir iki hareket ediyorum, elimdeki bardakta buzlar sallanıyor. Her yudum geçmiş bir anıyı, artık varolmayan bir “ben” in parçalarını hatırlatıyor. Sarhoşluk değil bana bütün bunları söyleten, bir ayyaşın şuursuzluğundan faydalanıyorum. Bardağım boşalırken hayatım tökezliyor. Uzaklaşan arabanın dumanında eskiyorum.

Sürtük kalem

keşke karalamak yerini üstünü çizmiş olsaydım

O dönüşü

bazen rüyalar da eksik kalır
tabelaları okuyamadıklarında

Bugün terk etme beni, pazarları üzgün olur

Yirmi dört saat vardiyasız devriye gezen mantığım, sen etrafımda olunca senelik izin hakkını kullanıp işleri yetkili amire devrediyor.
Duygularım henüz stajyer, işi öğrenmeye çabalıyor.
Acemi hatalar yüzünden kırılan kalbim eleman aranıyor ilanlarının peşinde...
Nereye gitsem tecrübeniz yok diyorlar.

Benim de duygularım var, konuşmam gerek!

Üzerine etiket koydum,
bu mal satılmıştır diye.
Yine de alıp gittiler.

sabah sekiz otuz üç

kelimeleri beynimde dolaştıkları gibi en basit halleriyle söylemek istiyorum. Yine ağzımın içinde bir yerlerde dolanıyorlar. Senin duydukların korkuları oluyor.
olduğu gibi söylemek istiyorum herşeyi; korkularla kaygılar arasında takılıp kalıyorlar. kelime oyunları eğlenceliymiş gibi gösterirken, gözyaşları tozun bahanesi oluyor.
geldikleri gibi gidiyorlar. hayatımda önemli olmayan insanlar için en çok bunu söylüyorum. beynimdekilere aynı özgürlüğü tanıyamıyorum. önem sırasına, hayatımda kapladıkları hissel alana göre değil, zamansal yanılsamaya göre karar veriyorum. yıllar öncesinden gelenler ön sıralarda oyalanıyor durmadan. Sana yer açılmıyor.
Hep iki uç arasında gidip gelen esintili ruh halim senden etkileniyor. Karşımda durup dengemi kurmanı istiyorum. Sen sağa sola yalpaladıkça, ben de oyundan, andan, senden uzaklaşıyorum.
ürktüğüm için rüzgara kapılıyorum. Şemsiyem beni başka ülkelere götürsün diye beklerken, gökgürültüsü onu da korkutuyor.
yine bir adım atamadan yanında buluyorum kendimi. Sen şapkanı giymiş gidiyorsun.
Gözlerini göremiyorum.
İnsan geçmişi değil, olasılıkları de özleyebiliyor bazen.

biz bir zamanlar’ la başlayan cümlelerden nefret ediyorum.
Biz bir zamanlar mutluyduk, beraberdik, aşıktık, kokaktık...
bitmişlikler üzerine kurulmuş yeni hayatları anlatıyor.
bizi şimdide mutlu etmeyen yeni hayatları.
Gelecek öncesinde yaşadıklarımızın fragmanları, beklentilerimize dair ipuçları veriyor. ekranı olmayan bilgisayar, ipin ucundaki cambaz, türünün tek örneği, biberliği olmayan tuzluk, yataktaki yastık, ucu olmayan kalem, kutunun içindeki son çukulata, çorabımın sağ teki, garda kalan adam, sayfası eksik kitap bile ikimizden daha az yalnız.

Cambaz hep aşağıya bakıyor. Seyircilerin bakışlarında korku arıyor, kendininkini yenebilmek için. Dengesini kaybedermiş gibi yaptığı anlarda sessiz kaygı çığlıkları güvenini yerine getiriyor. İpin üzerinde kendinden emin ilerliyor.
Her gün saat 7:12’de yeni bir tren boşalıyor perona. Garda kalan adam gideni özlüyor.
Kutunun içindeki son çukulata dolabın raflarında savrulup duruyor. Bir kriz anını bekliyor, ortamı sakinleştirmek için.
Aşk sayfası eksik kitapta. Yayınevine şikayette bulunuyorum, iade almıyorlar.
Ucu olmayan kalemin yazdıklarını yalnız akıllılar görebiliyor. Ben sayfalar dolduruyorum sen okuyamasan da.
Yataktaki yastıkta dün gecenin kokusu, yorganın arasında çorabının sağ teki… çok uzağa gidemezsin nasılsa.
Türünün tek örneğinin eşi benzeri olmayanla beraber, balta girmemiş ormanda olduğu söyleniyor.

Bugün sensiz ben çalışmıyor.

27 Ağustos 2007 Pazartesi

Bankada para olsa dükkan senin

Uzun zamandır takip ediliyordum.
önceleri yanımdan geçen arabalardan korktuğunda geri çekiliyor, ben de varlığını paranoyak beynimin ürünü zannediyordum
zamanla şehrin gürültüsüne, korna seslerine, karanlığa alıştı.
Işıkların altında, kalabalık mekanlarda, arkadaşlarımın yanında izimi kaybettirsem de,sokak aralarında, özellikle de geceleri ortaya çıkmaya başladı.
Zamanla hiç ilişkisi olmadı. Kararlı ve sabırlı davrandı.
Bugün yine beraberiz.
Son altı sokaktır peşimi bırakmayan ayak sesleri, yedinci sokağın ardından daha da yakınıma geldi. Gölgesi iki adım arkamdan takip ederken,adrenalin hızımı arttırdı.
Tedirgindim.
Ensemde hissettim önce varlığını. Soluğu kalbimi titretti.
Konuşmadık.
Aslında ben bağırmak için ağzımı açtım ama paralize olan bedenimdeki panik, sesimi de etkiledi.
Yalnızlık beni gelip buldu.
Kabus gibi karşımda durdu.
Buz gibi parmakları ellerime değdiğinde gözlerimdeki dehşet onu da korkuttu.
Hayatımı rehin aldı.
fidye olarak seni istiyor.

Bir artı yirmi bir

İlk gün "yanımda kal" dedim ona. “Hep yanımda kal. Beni bırakma.” O sadece yalnız sabaha uyanmak istemiyorum zannetti. Oysa ben yalnızlığımdan memnundum doyasıya. İkimiz bir yalnızlığı paylaşamayız, aynı odanın içinde bu kadar çok dokunurken birbirimize, yalnız olamayız diye korktum galiba. Bir yanım beni tutsun, kolumdan çeksin ve izin vermesin gitmeme istedi. Sanki ondan sonraki düşüşümün sorumlusu ben olmazmışım gibi. Öbür yanım bir başkasına gitti. Durmadı orda ama. Şimdi hayatım yaşamadığım yaşanılası hayatlar üzerinden tükenmeye mahkum.

On sayfaya tur bindirme

Algılamam zaman aldı gittiğini. Bir, iki, üç, on üç ne derseniz diyin, o kadar gün, an, zaman, ay . Her gün o odaya girdim isteksizce. Sevmediğim duvara ve artık kimsenin kullanmadığı yatağa baktım. Telefonla konuştum yayıncımla, bitmeyen kitabımı bitirmemi istedi. Kapıcı ekmekleri bırakmaya devam etti. Esnaf değişikliği sezinlemedi. Temizlikçiye senin gittiğini anlattım, çok üzülmedi sanırsam. Yatmadığımı bile bile her hafta o yatağın çarşaflarını değiştirdi. Seni kimse aramadı evden. Herkes bildi de, ben bilemedim sanırım gideceğini, gitmekte olduğunu, belki de her gün yavaş yavaş boşalttığını o odayı. Sigarayı terk etmek gibi azalarak gittin sen de . Sonunda kültablasında kalan son izmarit ben oldum. İçilmeden söndüm ama, tablanın içine kül oldum.

Her gün evde oturdum, giderek daha az girdim odaya. Hiçbir eşyanın altına bakmadım senden arta kalanları bulurum diye. Senin fincanlarını kullanmadım. Mayonez almadım. Trakya Türküleri CD'sini asla kabından çıkarmadım. Televizyonda televole izlemedim. Ekler yemedim. Hangi ekmeği nerden alacağımı hiç düşünmedim. O iğrenç yeşil gömleği bir daha asla görmedim.

Aynı evde konuşmadığım birinin varlığıyla yaşamaktansa yalnız kaldım. Huzur doldum. Mutsuz oldum. Başka bir adamla beraber olamadım. Evden dışarı haftada bir -mecburen- çıktım. Kitabı bitirdim bu arada. Hayatımın az sayfalı çok manalı kitabına son noktayı koydum. Yayınlanacak önümüzdeki ay, reklam kampanyaları başlamış. Onları bile görmedim daha. Gazete okumadım. Pilot kalem kullanmadım mektup yazarken, murekkebini arkaya geçirir diye. Sana içinde aşk olmayan özlem dolu mektuplar yazdım. Kırık sarı mektup kağıtları kullandım A4. Bütün bu süre içinde seni özledim. Her gün daha çok. Kendime hiç yalan söylemedim. Belki okursun diye umudettim.

Çaktırmadan bekledim gelmeni çünkü eğer beklediğimi bilirsen gelmezsin.Evdeki saatleri hep ileri kurdum seninkine uysun diye. Sallanan bir sandalye aldım tam pencerenin kenarına, o almaya çalıştığın deri koltuk yerine. Kahvemi koyuyorum kucağıma, durmadan bekliyorum.
Seni. O kadar çok alıştım ki bu bekleme oyununa, gelsen de harhalde gelmeni beklerim ben yine. Sen gel ama beraber bekleriz seni.

Sinir atışı yazıları

Televizyonda gördüklerimizi en sevdiklerimize, ünlü aktörleri kendimize,kendimizi eskiden aynadan yansıyan görüntümüze benzetmekten, günün, anın, mekanın büyüsünü de kaybedip, bir de utanmadan buna ağlıyoruz sonunda. “Ben”i unutmadıkça seni sevebilirim! Onlar her zaman mutlu.


Kimi geceler bilgisayarın başına oturup, üstelik sarhoş bile değilken, hafifçe gülümseyerek yazılar yazıyoruz. Kelimelerin sırasını değiştirince yıllardır kullandığımız sözcükler daha bir farklı mı görünüyor ne?


Bugün dünden izler taşımadıkça katledilmeye mahkum. Yarın ertesi günün ilk sinyallerini vermeli. rüyalar yoluyla yaşamın içindeki bağları kurabiliyorken, sabahları yataktan kalkmamız zaman almalı. Ani gelişmeler, sürpriz ziyaretçiler, beklenmeyen haberler imha edilmeli! Yalnızlık borusu çaldı, korkular ilk hedefiniz mutluluk!


Yıllarda değişimlere inanmayan ben, eskiden gelenleri zamana yayılmış zannediyorum. beraber değişime inanıp, yalnız değişimleri yok saymak nasıl bir denklem olabilir ki?

Battı Balık Yan Gider Havayolları

“Battı Balık Yan Gider Havayolları”nın 005 seferli “Ben Sana Aşığım” uçuşuna hoş geldiniz. Pilotumuz “çok korkuyorum” ve yardımcı pilotumuz “sakın beni bırakma” uçuş süremizi tahmini olarak iki üç ay, uçuş yüksekliğimizi bulutların üzerinde olarak belirtmektedir.

Arkadaşlarınızın fikirleri, aile kaygıları, alkollü araba kullanmak, sevgilinizi aramayı unutmak aşkınız gidişatına zarar verdiğinden, ilişki süresince kendinizi bunlara kapalı tutmanızı rica ederiz. Şimdi lütfen kemerlerinizi bağlayın ve ikaz ışıkları sönmeden yerinizden kalkmayın

İlişkinizdeki bazı teknik problemlere dikkatinizi çekmek istiyoruz.
Tehlike çıkışlarını ve bir an önce aşktan kurtulma kılavuzlarını bir sonraki aşkınızda bulacaksınız. O zamana kadar elinizde olanı en iyi şekilde sömürmenizi tavsiye ederiz. birlikteliğinizde sekiz acil çıkış kapısı bulunmaktadır. Bunların ikisi evlilikte, dört tanesi hamilelikte diğer iki tanesi ise eşlerin birbirini aldatma durumlarında bulunur
Tehlike anında çıkış yönünüzü belirleyecek olan ışıklar ilişki boyunca başka kızlardan gelen cep mesajlarında ve şifresini kırdığınız e-mail adresinde yer almaktadır.
Aşkınızın ömrü ruh durumlarınıza göre ayarlanır, bir günde sürebilir on yıl da.
şiddetinde bir değişiklik olursa beyninizin içindeki hücreler otomatik olarak faaliyete geçecek ve ondan ayrılmanız için gerekli nedenler anında devreye girecektir. Böyle bir durumda derhal en yakın arkadaşınızı arayıp detaylı bilgileri vermek ve onun fikrini almak için bir buluşma ayarlayınız. İçinizdeki bütün nefreti ortaya çıkarınız. Boğulmamaya dikkat ederek önünüzdeki çikolatalı pastayı bitiriniz.
Sinirli yolcularımızın önce kendi problemlerini sonra ilişkideki sorunları gözden geçirmesi gerektiğini hatırlatırız.

Sayın yolcularımız bu ilişkiyi bitirmek için inişe geçmiş bulunmaktayız. Lütfen mutlu günlerinizi düşünüp kendinizi yıpratmayın.

Ne yazık ki aşkın sonuna gelmiş bulunuyoruz. İlişkinizden en az hasarla kurtulmuş olduğunuzu umar bir dahaki “yalnızlığım benim en büyük arkadaşım” uçuşunda sizi de aramızda görmeyi ümidederiz.

Lütfen ego ayarınızla oynamayın!

Her şey kusursuzdu.
Çevremden gelen iltifatları büyük bir keyifle kabul ediyordum.
Kullandığım renk tonlarının yeni saç kesimimle olan ahenkli beraberliğine gelen beğeniler, kişiliğimin saklı kalmış köşelerine yöneldi.
Beynimin içinde ayıklayamadığım fikirler, dışarıdan bakanların takdirini kazandı.
Adamlar beni keşfetme maratonuna hazır, kadınlar mütevazı kişiliğimle barışıktı.
Hayran kalabalığımın ortasında dikilirken kendimden emin, egolarımla mutlu, giysilerim içinde huzurluydum.
Kimse içimdeki enkazın farkına varmadı.
Her şey aynada kendimden başkasını görmediğim an içerisinde gerçekleşti.
Çevremdeki beğeni ordusunu aşan kahraman savaşçı karşımda durdu.
“fena görünmüyorsun bugün” silahını üzerine doğrulttuğunda savunmasız yakalanan bedenim ilk darbesini aldı.
Ego ayarımda bir sorun yaşandı.
İlk kurşun elbisemi delip tenime ulaşmadı. Kendimi kurtarmak için çabalarken bir sonrakinden korunacak zamanım olmadı.
İkinci mermi tam hedefe doğrultuldu.“ben ne istediğimi bilmiyorum” bacağıma isabet etti.
Topallayarak kaçmaya çalışırken, beni koruyan beğeni kalkanı domino taşları gibi birbiri ardına döküldü.
Arkamı ona dönmeden sipere geçebilirsem hala hayatta kalabileceğime olan inancım ilerlememe yardım etti.
Üçüncü kez silah zekice ateşlendi.
“ben aslında sana umut vermek istemiyorum” hiçbir yalpalama yaşamadan yolunu buldu,
kalleş kurşun beni kalbimden vurdu!
Yere yıkılmadan önceki saniyede yüzündeki sakin ifade ve elimden akan kan ölmekte olduğunu haber verdi bana. Birkaç hafta komada kalan egom tüm çabalara rağmen kurtarılamadı.
Dün cenazesini kaldırdık
Narsist aile kabristanında, süper egonun yanında toprağa verdik.
Şimdi yeni bir hayat kurmaya çalışan benliğime yardım ediyorum.
başkalarına ayıracak vaktim yok.
Ego ayarında yaşanan teknik bir arıza nedeniyle ilişkimize bir süre ara vermiş bulunuyoruz. Lütfen alıcılarınızla oynamayın.

Kokmuş Balık Sendromu

Tam da, beynimde kurduğum karışık mesajların aslında tek cevabının beni sevmemesi olduğuna inandığım anda, basit ve direk olduklarını iddia eden erkek ırkı mensubu sevgilim ben aslında seni kimseyi sevmediğim gibi sevdim’le başlayan ve sakın beni bırakmayla sonlanan uzun bir paragrafla karşımda durmakta. Bu ilişkiyi bitirmek için mantığımla hareket etmeye çabalarken, iki kelimelik yanlış cevapların sahibi sevgilim beni kaybetmekten korkuyor. Uzun zamandır tek tek kullandığı kelimeleri (üstelik de playstation oynamaz ve yemek yemezken) cümlelere dönüştürüyorsa bu adam bana gerçekten bir şey anlatmak istiyor. Onsuz bir hayata alışmak çok kolay safsatalarımı bir kenara bırakıp, ikinci bir kere bile düşünmeden heyecanla boynuna sarılıyorum. Bensiz olmak bu kadar değiştirebiliyorsa bu adamı, aşkın varlığına inanmamak için nasıl bir nedenim olabilir ki?
Mucizeler ve tesadüfler yaşamamın gerçek nedeni.

Kendini affettirmek için çıktığımız yemekten, beni aslında hiçbir şey söylememek için aradığı bir haftadan, bana sarılarak uyuduğu on iki gecenin ardından her şey yavaş yavaş bildik ilgisizliğine dönmeye başladığında acele işe karışan şeytanı görebiliyorum ancak.

Ne izlediğini bile hatırlamadan televizyon karşısında oturduğu, hangi ayda olduğumuzu unuttuğu, bira şişelerinin masanın üzerinde biriktiği, nefret ettiğim arkadaşlarının evin her köşesine doluştuğu günlere geri döndüğümüzdeyse fark ediyorum ki sakın beni bırakma diye bitmişti cümle. İçinde bu yeni başlangıcın farklı olacağına dair hiçbir iz yoktu.

Ben sensiz yapamam derken, kokunu duymadan ve yüzünü görmeden olamam diye yorumlamıştım ben. Oysa ortalığı toplayacak kadını özledim ben demekti anlamı.. Yine bütün bencilliğiyle yanımda kal derken, yalnız kalmaktan korkmuş bir adamın annesi ya da bakıcısı figürü olarak hayatında tutulmaktaydım.

Tutkularımız alışkanlıklara dönüşüp, aynı yatağın iki ucunda birbirimize değmeden uyur olduğumuzda gitmeliydim uzatmadan. Çalan telefonlarımın ardından kim arıyor diye sormamaya başladığında, televizyonun karşısında uyuyakaldığında, sinyallerini vermeye başlamıştı ayrılık.

Geç kaldım. Şişeleri atması gereken çöp tenekesini bulmak için bile bana ihtiyacın varken, onu terk etmeye çok geç kaldım.

25 Ağustos 2007 Cumartesi

Tam da şimdi seni arıyodum

Hareketsiz kalmak en güçlü yanlarımdan biri. Kimi zaman bir metre genişliği zor bulan parke koridorumda bir köşeye tünediğim görülür. Perdesiz camlarımdan beni izleyenler varsa bu duruma şaşırmayacaklardır.
Camekan Sokağı’nda, geniş pencereleri denize açılan yığma bir binada yaşıyorum. Gündüzleri trafiğin yoğun olduğu binam katlar arasında ateşkes imzalamış. Çalışmam. Ailemden kalan bir servetim ya da nafaka gelirim olmadığı düşünülünce nasıl hayatta kaldığımı merak ediyor olmalısınız. Çok kolay, gelirimi idareli kullanıyorum. Para buldukça yemek almak için harcarım. İnanmayacaksınız ama hiç karnım aç dolaşmadım. Zengin olmayı arzu etmem. Bana nerede yaşadıklarını bilmediğim ünlüleri anımsatırlar. Sokakta keyifle yürüyemedikten sonra paralarınızı banka kasasına eklemek ne işe yarar?
Binamız çöpçüler, postacılar ya da polisler tarafından tanınmadığı için yabancı birini gördüğümde ürkerim. Kimse kapımı tuz istemek ya da taze fasulye ikram etmek için çalmaz. Ben de gazetelerde olanlarla ya da dünyayı kasıp kavuran fırtınalarla ilgilenmem. Oldukça sıradan bir hayatın için debelenen bedenimle barıştığımdan beri, doktor da hayat alanımdan eksildi.
Hep aynı. Sabah koyu kahvenin içine düşen bir küpşeker. Öğlen avare sokaklarda yalnız adımlar. Akşam çevrilen kitap sayfaları. Gece günlerin devamı gibi yaşanan rüyalar. Hayatımın rutinini tek değiştiren dışardaki buldozerler sesleri. Artık bişeyleri değiştirmek için bile vakit harcamam
İyi biri değilim. Beynimden geçen once korkunç düşünce varken herkesi sevdiğimi söyleyemeyeceğim. Elime bir silah alıp yoldan geçeni ateşe tutmadım ama bunu istemiş olmak bile kötü olmaya yeterli. Her gün yaptıklarımı düşünün mesela. Çöp poşetlerimi, sırf para vermemek için yan binanın torbaları arasına karıştırırım. Bunun için herkesin uyuduğu erken saatleri ya da sarhoşuktan burunlarının ucunu görmeyecekleri cuma günlerini seçerim. Karşı komşumun evine izinsiz girerim. Duyduğum belirsiz bir sesi bahane eder, sessizce odaların içinde süzülürüm. Başka birinin hayatına tecavüz etmek beni mutlu eder. Etrafta olanları dikizlerim. Çıplak birilerini aramakla, ya da bir cinayete tanık olmakla ilgisi yok. Yaptığım pek çok zararsız kötülüğün tek nedeni heyecan arayışı. Biraz eğlenmek için başkalarının hayatlarını kullanmama kızmazsınız sanırım.
Hiç evlenmedim, evlat edinmedim, aileme ne doğumgünlerinde ne de yılbaşlarında kart yollamadım. Yardıma muhtaç insanlara sadaka vermem, bahşiş bırakmam, kırmızı ışıklarda beklemem, camilerin elli metre yakınından geçmem. Ağlayan, cüzzamli, sakat ya da kör birini gördüğümde hızla kaçarım. Zayıflıklarla uğraşmak benim işim değil. Bu eksikliklerimden hiçbiri beni şeytanın avukatı yapmaz ama iyi insan mertebesine ulaşmak için daha çok çalışmam gerek. Umrumda değil. Sıralarda başkalarının önüne geçmememin tek nedeni bol bol vaktimin olması.
Bir kaç zevkim var. Pipo tüttürmek, İstiklal Caddesi’nin geniş kaldırımlarında yürümek, kitapçılarda her kitabın yapraklarını okşamak, sokaktan gelip geçenlere dikkat etmek. Uzun günlerde önümden geçen her onuncu kişiye gülümsediğim görülür.
Hepsinin bir hikayesi var. Yaşlandıkça anlatmaya ihtiyaç duyuyorlar. Yan binada oturan Kamboçyalı çift, altmışıncı yıldönümlerini kutladıklarında sırlarını açıkladı. Geldikleri ülkede bir tarikata üyelermiş. Geçmişte bıraktıkları hayata garip bir özlem. Onların hemen altında yaşayan alkoliklerse bütün günlerini unutarak geçiriyor. Hatırladıkları zamanlarda markette ya da polis istasyonunda oluyorlar. Arada bir, yalnızca kusarak geçirdikleri sabahlarda içkiden nefret ediyorlar. Keşke o anları da hafızalarından silebilseler. Sadece dinleyerek bile onların hikayelerine o kadar çok dahil oluyorum ki.
Çok sıkıcı. Politika, sokaklardaki protestolar, Madonna için kendini paramparça eden hayran kitlesi, otobanda yarışan arabalar. Bir anlık zevklerle tatmin olan insanlar macerayı teğet geçiyor. Ben sabah antremanlarımda bile daha fazla heyecan yaşıyorum. Taşradan gelen insanlar memleketlerine düşmanca bakıyorlar. Şehirlilerse bütün bir çocukluğun tiksintisinin üzerine yükleyemeyeceği kadar çok izlenim, değişiklik ve trafikle mücadele ediyor. Ben onları hızlı adımlarından tanıyorum.
Daha geçen gün tanımadığım bir adamla seviştim. Adını sordum. Çok kısık sesle cevapladı beni. Yeniden tekrarlamasını bile istemedim. Yanımda yatan adamın kim olduğunu bilmeme fikri hoşuma gitti. Katil olabilirdi, cebindeki silahı çıkarıp paramı ya da bedenimi isteyebilirdi. Param yok, tenimse az önce onun olmuştu. Bir dahakine de itirazım olmazdı açıkçası. Sevişmenin ardından sessizce ayağa kalkıp bir bardak su içmek istediğini söyledi, bir daha geri gelmedi. İki gün sonra kokusu geçtiğinde bir zamanlar yaşamış olduğunu bile unutmuştum.
Geceleri seviyorum. Rüyalar kahraman olduğum film sahneleri. Birbirlerine karışıyorlar, zamandan kopup korkularımda yaşıyorlar. Bu iyi bir durum. Beni yaşlanmaktan, obezlikten ya da alzheimer vakalarından biri olmaktan koruyor. Benim günler süren maceralar zannettiğim kurgular bir kaç saat içerisinde tükenip yerini terleme nöbetlerine bıraktığında uyanıyorum. Bazen geleceğin yansımalarını ya da geçmiş hayatımın farkına varamadığım anlarını düşlediğimi sanıyorum.
Yataktayım. Hep böyle başlıyor rüyalar. Sokata gördüğüm bir adam benimle sahneyi paylaşıyor. Yatağıma giriyor, tenime dokunuyor. Tutkuya bulanık şefkatla seviyor beni. Sevişmemiz aylarca sürüyor. Kalktığında canım yanıyor. Sessizlikle başetmeye çalışıyorum. Yemek almaya gidiyor, üzerine giydiği kalın kabanıyla kapının ardında yok oluyor. Çantası başucumda, içinde bulduğum silah ruhumu ürkütüyor. Geri geldiğinde ben, silah ve yatak beraberiz. Beni öldürmesini ya da ağzından dökülecek küfürleri bekliyorum. Suskunluğunu koruyor. Kelimeleri biliyorum.
Ardından mekan değişiyor. Köşede her zaman öğle yemeklerimi yediğim kahvedeyim. Giyinmiş, aç, sakin. Beynimi zorladığımda, adam hakkında hiçbir anımsama bulamıyorum. Etrafta oturanlar sıradanlığa bulaşmış insanlar. Sigara içen bir adam, uyuklayan bir kadın, kısacık eteğini çekiştirmeye çalışan kız. Dumanın kokusu burnumu gıdıklıyor.
Ansızın uyanıyorum. Rüya olduğunu ışığın odama doluşuyla farkettiğim hikayeler boşuna beynimi oyalayıp duruyor. Yine hiç dinlenmemişim.
Hareket ettiğim her an ideal kendimin peşinden koşuyorum. Hoşgörü, irade, memnuniyet, tatmin… durakta beni bekliyor. Otobüsüm yeterince dolu, bir dahaki sefere diyerek kendilerine el sallıyorum. Ardımdan gelen 154 numaraya takılırlarsa gidecekleri durağa daha çabuk varabilirler. Ben şehrin gürültüsünü takip eden sokaklar boyunca ilerliyorum. Düşman içimde, olmak istediğim kendimde. Bana olası bir kahramanın süper güçlerini hatırlatıyor. Çevremdekilerin korkularıma katkısı yok. Ben kendim için yeterince yoğun çalışıyorum.
Düşünmek gözlerimi yoruyor. Yeniden uyuklamaya başlıyorum. Banka soygunları, kovalamaca, çaresizlik içinde ölen bedenler. Macera filmlerinde buluyorum kendimi. Stanley Kubrick yorumlarından biri. Yüzler ve mekanlar zamandan dışlanıyor. Herkes çıplak.
Keşke her günü böyle yaşasak.

İnecek var, köprüde dur!

Ekildim... hem de bunca yıldır her türlü reddedilme şeklini yaşadım derken... “Hayatımda bundan sonra görebileceğim hiçbir şey beni şaşırtamaz” mottosunu kendimize yol gösterici olarak kabul edersek, şaşkınlıktan ne yapacağımızı bilemediğimiz hallerde de bir dayanak noktamız olabiliyor: “Hele bunu da yaşadıktan sonra, hayatta hiçbir şey beni şaşırtamaz.” (bunu ne kadar sıklıkta tekrarladığınız önemli değil)
Eskiden erkeklerin sizinle vakit geçirmek istemediğini gösteren kalıplaşmış cümleler vardı “bakarız, herhalde olur, işim uzamazsa ararım, ama bu gece maç var, sabaha kadar çalışmam gerek...” şimdilerde en heyecanlı göründükleri durumlarda bile hiçbir neden göstermeden ortadan yok olabiliyorlar. Acaba biri erkeklere, kadınların ne yapacaklarını bilemedikleri anlarda yanlış çıkışlar yapmak yerine, tepkisiz kalmayı seçtikleri hakkında bir tiyo mu verdi?
Günü (Perşembe), saati(8) ve yerine (İstanbul Modern) kadar Çarşamba akşamüstü konuşulan programın ardından, Perşembe günü saat 9 civarlarında “çok özür dilerim unuttum” sözleriyle karşılaştığında bir kadın , adamın bu kısacık lafla söylemek istediklerinin altında yatan esas nedenin ne olduğunu düşünmelidir?
a- sana seni istemediğimi söylemenin en kolay yolu buydu
b- gerçekten unuttum bende Alzheimer başlangıcı var,
c- seni pek önemsemediğim için aklıma bile gelmedin
d- yalan söylemek istemedim ben bu kadar dangalak bir adamım işte
e- dengesizlik dalında dünya şampiyonası Türkiye adayıyım
f- sana sadistçe acı çektirmekten büyük bir zevk alıyorum. Sm gruplarına üyeyim
g- derin mana falan yok .

Binlerce senaryo yazabilirdim ya da onu hayatımdan çıkarabilirdim tek laf etmeden, oysa ben olgun bir insan olarak, sakince telefonu elime alıp “ne oldu, nerdesin?” dedim, hesap sormadan. O anda her kadının aklından geçen “anneannemi hastaneye kaldırdık, babamın başına tuğla düştü, ablamın silikonu patladı,” gibi bahanelerden birini duymayı beklerken, karşımdaki adam “unuttum” dedi. Bu tek kelimeyi edip susan, benle konuşurken cümlelerini birbirine bağlayan, yarım saat astığı tablolar ve yediği yemekler hakkında konuşan, iki gün ortadan kaybolduğumda nerede olduğumu sormak için gece on birde beni arayanla aynı adam.
Ben bütün gün saçımı yıkadığım için şekle girmemesine söylenip dururken aslında o adamın saçımın nasıl olduğunu görmeyeceğini hesaba katmamıştım. Öğleden sonra gönderdiğim mesajı dört saat sonra hala cevaplamamış olmasından biraz şüphelenmeye başlamışsam da çoktan giyinmiş olarak kendimi dışarı attığımdan, saat yedi olduğunda sinirden önümdeki hamburgeri bitirmiş, rujumu yemiş ve kırmadan önce bira şişemi garsona iade edip yenisini istemiştim.
Şimdi masada tek başıma otururken de hisettiğim gibi ona kızgınım. Bana yalan söylememiş olduğu için... Bir kadını hayatından çıkarmanın en kesin yolunu tek sözcükle özetledi, “benim ondan beklentilerim yok” dediğim adam. “Ben de seni unutacağım zaten” demenin ne kadar acınası bir davranış olduğunu genç yaşlarda öğrenmiş olarak, ağlamadan önce telefonu kapatmayı başardım. “Siz kimdiniz tanıyamadım” ve “telefon çekmiyor duyamıyorum” otobüs hattında, sondan bir durak önce “unuttum” da indim. “bu son olsun” tramvayı nerede acaba?