25 Ağustos 2007 Cumartesi

Tam da şimdi seni arıyodum

Hareketsiz kalmak en güçlü yanlarımdan biri. Kimi zaman bir metre genişliği zor bulan parke koridorumda bir köşeye tünediğim görülür. Perdesiz camlarımdan beni izleyenler varsa bu duruma şaşırmayacaklardır.
Camekan Sokağı’nda, geniş pencereleri denize açılan yığma bir binada yaşıyorum. Gündüzleri trafiğin yoğun olduğu binam katlar arasında ateşkes imzalamış. Çalışmam. Ailemden kalan bir servetim ya da nafaka gelirim olmadığı düşünülünce nasıl hayatta kaldığımı merak ediyor olmalısınız. Çok kolay, gelirimi idareli kullanıyorum. Para buldukça yemek almak için harcarım. İnanmayacaksınız ama hiç karnım aç dolaşmadım. Zengin olmayı arzu etmem. Bana nerede yaşadıklarını bilmediğim ünlüleri anımsatırlar. Sokakta keyifle yürüyemedikten sonra paralarınızı banka kasasına eklemek ne işe yarar?
Binamız çöpçüler, postacılar ya da polisler tarafından tanınmadığı için yabancı birini gördüğümde ürkerim. Kimse kapımı tuz istemek ya da taze fasulye ikram etmek için çalmaz. Ben de gazetelerde olanlarla ya da dünyayı kasıp kavuran fırtınalarla ilgilenmem. Oldukça sıradan bir hayatın için debelenen bedenimle barıştığımdan beri, doktor da hayat alanımdan eksildi.
Hep aynı. Sabah koyu kahvenin içine düşen bir küpşeker. Öğlen avare sokaklarda yalnız adımlar. Akşam çevrilen kitap sayfaları. Gece günlerin devamı gibi yaşanan rüyalar. Hayatımın rutinini tek değiştiren dışardaki buldozerler sesleri. Artık bişeyleri değiştirmek için bile vakit harcamam
İyi biri değilim. Beynimden geçen once korkunç düşünce varken herkesi sevdiğimi söyleyemeyeceğim. Elime bir silah alıp yoldan geçeni ateşe tutmadım ama bunu istemiş olmak bile kötü olmaya yeterli. Her gün yaptıklarımı düşünün mesela. Çöp poşetlerimi, sırf para vermemek için yan binanın torbaları arasına karıştırırım. Bunun için herkesin uyuduğu erken saatleri ya da sarhoşuktan burunlarının ucunu görmeyecekleri cuma günlerini seçerim. Karşı komşumun evine izinsiz girerim. Duyduğum belirsiz bir sesi bahane eder, sessizce odaların içinde süzülürüm. Başka birinin hayatına tecavüz etmek beni mutlu eder. Etrafta olanları dikizlerim. Çıplak birilerini aramakla, ya da bir cinayete tanık olmakla ilgisi yok. Yaptığım pek çok zararsız kötülüğün tek nedeni heyecan arayışı. Biraz eğlenmek için başkalarının hayatlarını kullanmama kızmazsınız sanırım.
Hiç evlenmedim, evlat edinmedim, aileme ne doğumgünlerinde ne de yılbaşlarında kart yollamadım. Yardıma muhtaç insanlara sadaka vermem, bahşiş bırakmam, kırmızı ışıklarda beklemem, camilerin elli metre yakınından geçmem. Ağlayan, cüzzamli, sakat ya da kör birini gördüğümde hızla kaçarım. Zayıflıklarla uğraşmak benim işim değil. Bu eksikliklerimden hiçbiri beni şeytanın avukatı yapmaz ama iyi insan mertebesine ulaşmak için daha çok çalışmam gerek. Umrumda değil. Sıralarda başkalarının önüne geçmememin tek nedeni bol bol vaktimin olması.
Bir kaç zevkim var. Pipo tüttürmek, İstiklal Caddesi’nin geniş kaldırımlarında yürümek, kitapçılarda her kitabın yapraklarını okşamak, sokaktan gelip geçenlere dikkat etmek. Uzun günlerde önümden geçen her onuncu kişiye gülümsediğim görülür.
Hepsinin bir hikayesi var. Yaşlandıkça anlatmaya ihtiyaç duyuyorlar. Yan binada oturan Kamboçyalı çift, altmışıncı yıldönümlerini kutladıklarında sırlarını açıkladı. Geldikleri ülkede bir tarikata üyelermiş. Geçmişte bıraktıkları hayata garip bir özlem. Onların hemen altında yaşayan alkoliklerse bütün günlerini unutarak geçiriyor. Hatırladıkları zamanlarda markette ya da polis istasyonunda oluyorlar. Arada bir, yalnızca kusarak geçirdikleri sabahlarda içkiden nefret ediyorlar. Keşke o anları da hafızalarından silebilseler. Sadece dinleyerek bile onların hikayelerine o kadar çok dahil oluyorum ki.
Çok sıkıcı. Politika, sokaklardaki protestolar, Madonna için kendini paramparça eden hayran kitlesi, otobanda yarışan arabalar. Bir anlık zevklerle tatmin olan insanlar macerayı teğet geçiyor. Ben sabah antremanlarımda bile daha fazla heyecan yaşıyorum. Taşradan gelen insanlar memleketlerine düşmanca bakıyorlar. Şehirlilerse bütün bir çocukluğun tiksintisinin üzerine yükleyemeyeceği kadar çok izlenim, değişiklik ve trafikle mücadele ediyor. Ben onları hızlı adımlarından tanıyorum.
Daha geçen gün tanımadığım bir adamla seviştim. Adını sordum. Çok kısık sesle cevapladı beni. Yeniden tekrarlamasını bile istemedim. Yanımda yatan adamın kim olduğunu bilmeme fikri hoşuma gitti. Katil olabilirdi, cebindeki silahı çıkarıp paramı ya da bedenimi isteyebilirdi. Param yok, tenimse az önce onun olmuştu. Bir dahakine de itirazım olmazdı açıkçası. Sevişmenin ardından sessizce ayağa kalkıp bir bardak su içmek istediğini söyledi, bir daha geri gelmedi. İki gün sonra kokusu geçtiğinde bir zamanlar yaşamış olduğunu bile unutmuştum.
Geceleri seviyorum. Rüyalar kahraman olduğum film sahneleri. Birbirlerine karışıyorlar, zamandan kopup korkularımda yaşıyorlar. Bu iyi bir durum. Beni yaşlanmaktan, obezlikten ya da alzheimer vakalarından biri olmaktan koruyor. Benim günler süren maceralar zannettiğim kurgular bir kaç saat içerisinde tükenip yerini terleme nöbetlerine bıraktığında uyanıyorum. Bazen geleceğin yansımalarını ya da geçmiş hayatımın farkına varamadığım anlarını düşlediğimi sanıyorum.
Yataktayım. Hep böyle başlıyor rüyalar. Sokata gördüğüm bir adam benimle sahneyi paylaşıyor. Yatağıma giriyor, tenime dokunuyor. Tutkuya bulanık şefkatla seviyor beni. Sevişmemiz aylarca sürüyor. Kalktığında canım yanıyor. Sessizlikle başetmeye çalışıyorum. Yemek almaya gidiyor, üzerine giydiği kalın kabanıyla kapının ardında yok oluyor. Çantası başucumda, içinde bulduğum silah ruhumu ürkütüyor. Geri geldiğinde ben, silah ve yatak beraberiz. Beni öldürmesini ya da ağzından dökülecek küfürleri bekliyorum. Suskunluğunu koruyor. Kelimeleri biliyorum.
Ardından mekan değişiyor. Köşede her zaman öğle yemeklerimi yediğim kahvedeyim. Giyinmiş, aç, sakin. Beynimi zorladığımda, adam hakkında hiçbir anımsama bulamıyorum. Etrafta oturanlar sıradanlığa bulaşmış insanlar. Sigara içen bir adam, uyuklayan bir kadın, kısacık eteğini çekiştirmeye çalışan kız. Dumanın kokusu burnumu gıdıklıyor.
Ansızın uyanıyorum. Rüya olduğunu ışığın odama doluşuyla farkettiğim hikayeler boşuna beynimi oyalayıp duruyor. Yine hiç dinlenmemişim.
Hareket ettiğim her an ideal kendimin peşinden koşuyorum. Hoşgörü, irade, memnuniyet, tatmin… durakta beni bekliyor. Otobüsüm yeterince dolu, bir dahaki sefere diyerek kendilerine el sallıyorum. Ardımdan gelen 154 numaraya takılırlarsa gidecekleri durağa daha çabuk varabilirler. Ben şehrin gürültüsünü takip eden sokaklar boyunca ilerliyorum. Düşman içimde, olmak istediğim kendimde. Bana olası bir kahramanın süper güçlerini hatırlatıyor. Çevremdekilerin korkularıma katkısı yok. Ben kendim için yeterince yoğun çalışıyorum.
Düşünmek gözlerimi yoruyor. Yeniden uyuklamaya başlıyorum. Banka soygunları, kovalamaca, çaresizlik içinde ölen bedenler. Macera filmlerinde buluyorum kendimi. Stanley Kubrick yorumlarından biri. Yüzler ve mekanlar zamandan dışlanıyor. Herkes çıplak.
Keşke her günü böyle yaşasak.

Hiç yorum yok: